13 Mayıs 2012

Kuranda Adı Geçen Besinlerin Faydaları


Kur’an’da adı geçen acur, ayva, bal, et, incir, zeytin, kabak, üzüm, süt, tere gibi gıdalar hangi hastalıkların tedavisinde kullanılıyor? İşte Moral Dünyası Dergisi’nde yer alan haber:

Sorwar ALAM’ın haberi

Kur’an’da adı geçen gıdalar hangi hastalıkların tedavisinde kullanılıyor?

Bilim ilerledikçe Kur’an gençleşiyor. Kur’an-ı Kerim’de adı geçen bütün gıdaların ve meyvelerin bazı hastalıklardan korunmasında ve tedavisindeki önemli yer aldığı Tıbbı araştırmalardan ortaya çıkıyor. Moral Dünyası dergisinin Mart 2010 sayısında Dr. Recai Yahyaoğlu tarafından kaleme alınan yazıda içinde bitki, meyve, sebze ve gıdaların adı gecen ayetler incelenerek doğada yaratılmış olan her şeyin bir anlam ve önemi olduğu belirtiliyor.
Moral Dünyası dergisinde Kur’an-ı Kerim’de geçen gıdaların faydaları ve tıbbi uygulamaları şöyle anlatılıyor:

Hazım Sorunları için Acur
Salatalığa benzeyen bir sebzedir. Sıcak iklimlerde yetişir. İdrar söktürücü özelliği vardır. Peygamber’imizin acuru yaş hurma ile birlikte yediği belirtilir.
Hazım sorunlarında ve susuzluğu gidermek amacıyla da kullanılır. İnsanda rahat bir sindirim ve zindelik meydana getirmesi nedeniyle kilo almış insanlara kullanmaları tavsiye edilebilir. İç Anadolu Bölgesi’nde daha sık yetişir.
Hz. Ayşe, acurun yaş hurmayla birlikte yenilmesinin kilo aldırdığını ifade etmiştir. Kilo almak isteyenler uygulayabilirler. Bazı insanlar ne yaparlarsa yapsınlar kilo alamazlar ve bu, herhangi bir hastalıkla ilişkilendirilemez. Özellikle beslenme alışkanlıklarında yapılan doğru düzenleme, bu konuda insanlara ciddi olarak fayda sağlar.

Hamile anneler ayva yesin
Peygamber’imiz “Ayva, göğüsteki sıkıntıyı, ağrıyı giderir, gönlü (kalbi) ferahlatıp kuvvetlendirir”, “Sizden biriniz kalbi üzerinde bir ağırlık hissettiği zaman ayva yesin!” buyurmuşlardır.
Ayrıca ayva idrarı arttırarak diüretik etki gösterir, ishali keser, kusmayı ve vücut ısısının düşmesini engeller. Hamileliğin ilk üç ayında bolca yenilmesi doğacak olan çocuğun daha güzel ve alımlı olmasında etkilidir.

Bal: Birçok Hastalığın tedavisi için kullanılır
Balın faydaları Tıbb-ı Nebevi’de detaylı olarak ele alınır. Kur’an-ı Kerim’de “Rabb’in, bal arısına ‘dağlarda, ağaçlarda ve hazırlanmış kovanlarda yavru yap, sonra her çeşit bitkiden ye, sonra da –bal yapman için– Rabb’inin gösterdiği yollardan boyun eğerek yürü!’ diye öğretti. Onların karınlarından renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki onda insanlar için şifa vardır. Düşünen bir millet için bunda ibretler vardır” (11) buyrulmuştur.
Değişik Tıbb-ı Nebevi kaynaklarında balın, karaciğer, dalak, mide, bağırsak gibi organ rahatsızlıklarında, koruyucu, temizleyici özelliklerine değinilir. Altını ıslatan çocukların ve ishali bulunan kişilerin tedavilerinde, akıl sağlığının düzenlenmesinde, kanın temizlenmesinde zihinsel rahatsızlıklarda vb. gibi birçok durumda kullanılması özellikle tavsiye edilir.

 “Et, dünya ve ahirette yiyeceklerin efendisidir.”
Tıbb-ı Nebevi et tüketimi hakkında son derece dengelidir. Et, hakkında genel olarak tavsiye edilen bir gıda olarak bahsedilir. Fakat ölçülü olunması, aşırı derecede tüketilmemesi gerektiği ifade edilir. Buradaki dengeli et tüketimi gerçekte en doğru olan uygulamadır. Etten tam olarak uzaklaşmak ve aşırı derecede et tüketmek uç davranışlardır ve tavsiye edilmez. (12) Etlerin çeşitleri ve özelliklerine göre tüketilmesi, bazılarının daha rahat tüketilebilecekleri bazılarının da daha az kullanılması gerektiğinin belirtilmesi çok önemlidir.
Kur-an’da 12 yerde etin adı geçer. Bazı ayetler:
“En iyi et sırt etidir.”
“Deve, sığır, keçi ve koyunları da O yarattı. Bunlarda sizin için soğuktan koruyucu yünler ve bir takım menfaatler vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz.”
“Et, dünya ve ahirette yiyeceklerin efendisidir.”

İncir: Karaciğer ve dalağı temizler
Kur’an’da “İncire, zeytine, Tur-i Sina’ya ve şu emin beldeye (Mekke’ye) yemin ederim ki gerçekten biz insanı en güzel şekilde yarattık” buyrulur.
“İdrarını yapamayanlar ve öksürüğü olanlar için oldukça etkili tedavi edici özelliği vardır. Böbrek taşlarını ve idrar kesesini temizler. Hemoroit hastalığında, eklem ağrılarında faydalıdır.” Vücutta biriken toksinlere karşı temizleyici görevi vardır. Karaciğer ve dalağı temizler. Midede biriken balgam karışımını ortadan kaldırır. İncir, adale ve eklem (özellikle gut hastalığına bağlı olan) ağrılarında faydalıdır.

Zeytin: Tansiyon düşürür
Kur’an’da “Yine sizin için Tur-i Sina’da yetişen bir ağaç meydana getirdik ki bu ağaç hem yağ (zeytinyağı) hem de yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri (zeytin) verir” buyrulmuştur.
Peygamber’imiz de “Sizlere zeytinyağı tavsiye ederim. Hem yiyiniz hem de onunla yağlanınız. Zira zeytinyağı basur hastalığı için şifadır” buyurmuşlardır.
Zeytinyağının damar sertliğine, kabızlığa, ülsere, karaciğere ve romatizma hastalıklar ile böbrek taşları ve kum oluşumuna karşı faydası vardır. Tansiyon düşürücü özelliği de bulunmaktadır.

Kabak: Zekâ seviyesini güçlendirir
Peygamber’imiz kabak çorbasını ve yemeğini severdi. (20) “Kabak yiyiniz! Çorba pişirdiğinizde koyduğunuz kabağı çoğaltınız! Zira kabak zekâ seviyesini güçlendirir” buyurmuşlardır.
Kabak, şekerle kaynatılıp içilirse vesvese ve evhamı giderir. Ruh hastalıklarına; özellikle baş ağrına karşı faydalıdır. Böbrekleri ve bağırsakları temizler. Kabak çekirdeği bağırsak kurtlarının düşürülmesine katkıda bulunur.

Üzüm: Zihni açar ve Hafıza gücünü arttırır
Kur’an’da on bir yerde adı geçen üzüm, hazmı kolaylaştırır, kabızlığı giderir. Hemoroit hastalığına, böbrek taşlarının düşürülmesine ve mafsal ağrılara faydalıdır.
Peygamber’imiz üzüm için “Kuru üzüm ne güzel gıdadır. Sinirleri kuvvetlendirir, yorgunluğu giderir, ağız kokusunu güzelleştirir, gönlü hoş eder, üzüntü ve kederi giderir” buyurmuşlardır.
Karaciğer, dalak, mide ve bağırsakları güçlendiren üzümün sabahları aç karnına yenmesi tavsiye edilir. Zihni açar ve hafıza gücünü arttırır.
Son yıllarda üzüm çekirdeğinin faydaları karşısında in¬san¬lar şaşkınlıklarını ve memnuniyetlerini açıkça ifade etme¬ye başlamışlardır.

Süt: Zekâyı geliştirir, cildi güzelleştirir
Peygamber’imiz (a.s.m.) süt ve hurma için “İyi, güzel gıda” derdi. Ayrıca “İnek sütü ile tedavi olunuz! Çünkü ben yüce Allah’ın bunda şifa yarattığı kanaatindeyim. Zira inek her çeşit ottan otlamaktadır” buyurmuşlardır.
Kur’an’da da şöyle geçer: “Allah gökten su indirir ve ölü¬münden sonra yeryüzünü bu su ile yeniden diriltir. Düşü¬nen kimseler için bunda ibretler vardır. Sizlere koyunların bağırsak muhteviyatı ile kan arasından meydana gelen, içenlere halis ve içimi kolay süt içiriyoruz.”
Süt, balla birlikte içilirse iç organları temizler. Şekerle birlikte içilirse cildi güzelleştirir. Bağırsakların çalışmasını kuvvetlendirir. Meniyi arttırır. Vücudu temizler. Zekâyı geliştirir. Vücudu şişmanlatır. Nekahet dönemindeki emzikli kadınlara tavsiye edilir. Bitkinlik, halsizlik ve yorgunluk durumlarında çok iyi bir ilaç olarak görev yapar.

Tere: Saç dökülmesini önler
Tere vücudu ısıtır, bağırsakları yumuşatır. Cinsel gücü artırır. Şişlikler ve kalp çarpıntısına faydalıdır. Bağırsak kurtlarını ve tenyaları düşürür. Saç dökülmesini önler.
Peygamber’imiz, “Size tereyi tavsiye ederim. Zira Allah bunda birçok hastalık için şifa yaratmıştır” buyurmuştur.
İştah açıcıdır. Nefes darlığına ve dalak büyümesine karşı faydalıdır. Akciğeri temizler ve adet kanamasını söktürür.
Yeşil yapraklı sebzeler grubundan olan tere, aynı zamanda depresyon için kür tedavisinde kullanılmakta, insanın ruh dünyasına ciddi anlamda verdiği katkılarla anılmaya başlanmaktadır.

Çörek Otu: Uyku hastalığına ve unutkanlığa karşı faydalı
Çörek otunun tıbb-ı Nebevi açısından değerlendirilmesinde şu iki hadis yeterli gelecektir:
“Çörek otu yarım baş ağrısına, yüz ve ağız bölgesinin felçlerine, uyku hastalığına, unutkanlığa, baş dönmesine ve nefes darlığına karşı faydalıdır.”
 “Sizlere şu çörek otunu tavsiye ederim. Zira bunda ölümden başka birçok hastalık için şifa vardır.”
Yazarın, Nesil Yayınlarından çıkan “Sağlıklı Yaşamın Sırları” isimli kitabından konu ile ilgili daha geniş bilgi alınabilir.

Zeytinyağının Çeşitleri Nelerdir?


ÜÇ TİP ZEYTİNYAĞI VARDIR

Asit derecelerine gore 3 tip zeytinyagi bulundugunu belirten Ozbek, bunlari soyle acikliyor:

‘‘Naturel zeytinyagi tipi, super kalite icin gerekli tum kosullari icermesinden dolayi en yuksek biyolojik degere sahip. Tadi hafiften, keskin aromaya kadar degisir ve asit derecesi yuzde 3.3′ten az oldugunda tuketim icin uygun kabul edilir. Rafine zeytinyagi asitligi yuzde 0 ile 0.3 dereceye kadar degisen ve aromasi olmayan bir zeytinyagidir. Tuketime uygun olmamakla beraber, rafine zeytinyagi ulkemizde tek basina kullanilmamaktadir. Riviera tipi zeytinyagi ise rafine ve naturel zeytinyaglainin belli oranlarda karisimindan elde ediliyor.”

HANGİ ÇEŞİDİNİ TÜKETMELİYİZ

Hem vücudumuza, hem de kan yağlarımızı indirme konusunda hangi yağ türünün daha iyi geldiği üzerine pek çok araştırma var. Zeytinyağı tüm araştırmalarda yararlılık açısından lider konumda. Ancak hangi tür zeytinyağının daha iyi olduğu pek gündeme gelmiyor. En doğrusu eski yöntemle, soğuk presleme yöntemiyle elde edilen rafine edilmemiş zeytinyağını kullanmak.

10 Mayıs 2012

Yüksek Tansiyon Nedir?


Yüksek tansiyon (hipertansiyon) te­rimi atardamarlardaki büyük kan basın­cının 150 mmHg (mm cıva basıncı), küçük kan basıncının ise 90 mmHg’ye eşit ya da daha yüksek olduğu durum­larda kullanılır. Tansiyonu uzun süre­lerle bu değerlerin üstüne çıkan birey­lerde beyin, böbrek, kalp ve damar has­talıklarının daha çok görüldüğü ve ge­nellikle tansiyonu normal olanlara oranla yaşam süresinin daha kısa oldu­ğu kanıtlanmıştır.


Büyük kan basıncı (büyük tansiyon) kaç olursa olsun, küçük kan basıncı (küçük tansiyon) 90 mmHg ya da daha yüksekse sistemik yüksek tansiyon söz konusudur ve tedavi edilmesi gerekir. Son istatistiklere göre normalin üst sını­rına yakın küçük kan basıncının (85-89 mmHg) bile bir risk etkeni olduğu anla­şılmaktadır.

Küçük (diyastolik) tansiyonun yük­sek olmadığı, yani 90 mmHg’nin altın­da kaldığı, yalnız büyük (sistolik) tansi­yonun yükseldiği durumlarda sistolik yüksek tansiyon söz konsudur. 70 yaşın altındaki kişilerde küçük tansiyon 90 mmHg’nin altında kalırken büyük tansi­yon 160 mmHg ve daha yüksekse teda­vi edilmesi gerekir. 70 yaşın üzerinde tedaviyi başlatacak büyük tansiyon de­ğeri 170 mmHg ve daha üstüdür.

Hipertiroidizm, aort kapak yetmez­liği ve atar-toplar damar bağlantılarında büyük tansiyon yüksek olmasına karşın ilaç tedavisi gerekmez. Bu durumlarda asıl hastalık tedavi edilmelidir.


Yüksek tansiyon günümüzde hâlâ beyin damarlarındaki tıkanıklık ve ka­namalar açısından başlıca risk faktörü­dür. Ayrıca, kolesterol ve sigara alışkanlığının yanı sıra miyokart enfarktü­sünün başlıca nedenleri arasında yer alır; kalp ve dolaşım yetmezliği olan ki­şilerin yüzde 75′inde bu hastalıklara ne­den olduğu bildirilmiştir. Ayrıca tansi­yon yükselmesinin damar duvarında ka­lınlaşma gibi belirgin değişikliklere yol açarak tıkayıcı damar hastalıkları, anev­rizmalar ve böbrek yetmezliği gibi bir dizi doku bozukluklarına neden olduğu kanıtlanmıştır.



Son 35 yıl içinde yüksek tansiyonun ilaçla tedavisinde dev adımlar atılmış olmasına karşın, yukarıda belirtilen ol­gular güncelliklerini korumaktadır. Gü­nümüzde fazla yan etkisi olmayan, bu­na karşılık son derece etkili ilaçlar var­dır. Son yıllarda bu tedaviler sonucunda kan basıncının düşürülmesiyle kalp ve damar hastalıklarına yakalanma ve bu hastalıklardan ölme oranının belirgin ölçüde azaldığı kanıtlanmıştrr. Bu teda­vilerin yüksek tansiyonlu hastaların tedaviden sonraki yaşanılan üzerindeki etkileri incelenmiş ve özellikle felç, kalp ve dolaşım yetmezliği ile böbrek yetmezliğinin ortaya çıkma sıklığının azaldığı, buna karşılık, söz konusu ilaç­ların yüksek tansiyonlu hastada miyo­kart enfarktüsü ya da anjina pektoris gi­bi kalp kasının yeterince kanlanamama-sına bağh hastalıkların önüne geçilme­sinde daha az yararlı oldukları belirlen­miştir.

Bu ilerlemelere karşın, en son ista­tistiklerin de doğruladığı gibi, yüksek tansiyon hâlâ ölüme neden olabilmekte­dir. Bunun nedeni bazen hastanın ih­malkârlığı nedeniyle hekim kontrolün­den geçmemesi ve hastalığa tanı kona-mamasıdır. Bazen de tanı konduktan sonra hekimin önerdiği ilaçların gere­ğince kullanılmaması ya da uygun oJ-mayan ilaçların seçilmesi ve daha sık­lıkla muayene edilen kişinin kalp ve da­marlarının yapısı nedeniyle tedavi yetersiz kalır.

Kuramsal olarak, daha iyi sonuçlar elde etmek mümkün olduğundan, kalp ve damarlarla ilgili komplikasyonların önlenmesindeki bu başarısızlıklar, sü­rekli bir tedavi uygulamanın gerektiğini vurgular. Yüksek tansiyon tehlikesi olan hastanın doğru saptanması, öte yandan hastaya verilmesi gereken ilaç­ların seçiminde etkili bir düzenleme ya­pılması gerekir.

Sigaranın Zararları Nelerdir?


Sigaranın Bu Zararlarını Biliyor musunuz?

1. Sigara tüketiminden en çok zarar görenler anne karnındaki bebeklerdir. Sigara tiryakisi annelerin dünyaya getirdiği 100 çocuktan 65'i özürlü doğar

2. Gelişmiş ülkelerde sigara tüketimi giderek azalırken, gelişmekte olan ve fakir ülkelerde sigara tüketimi giderek artmaktadır.

3. Türkiye dünyada sigara için 7. pazardır.
4. Dünyada ikinci ve İngiltirenin ise en büyük sigara şirketi BRITTISH AMERICAN TABACCO' nun  (BAT) patronu Martin Broughton sigara içmiyor ve sigaranın zararlı olduğunu itiraf ediyor.

5. Devamlı sigara içenlerin % 55'i 35-38 yaşları arasındA büyük risk altında bulunuyorlar.

6. Sigara içen annelerde; düşük olur, anne sütü azalır. Ani bebek ölümleri olabilir. Bebeklerin beyin ve akciğerleri zarar görür. Sigara bebekte sinizüt, rinit, kronik solunum problemleri (öksürük geniz akıntısı) yapar.(Yeşilay Dergisi)

7. Sigaranın sebep olduğu ölümler, diğer uyuşturucularınkinden 13 kat fazladır.

8. Sigara içenlerde ani ölüm, içmeyenlere oranlara 10 kat fazladır.

9. Bacak damarı tıkanıklarının %90'ı sigaradan kaynaklanır.

10. Sigara içen kadınlar, içmeyen kadınlardan 10 yaş fazla ihtiyarlamaktadır.

11. Sigara içen kadınlarda kısırlık 10 kat fazladır.

12. İnsan beynine en çok zarar veren 3 olumsuz etmenden birincisi sigara dumanıdır. Diğerleri tansiyon ve şeker.

13. Günde iki paket sigara içen bir kişi Hiroşima'ya atılan atom bombasının öldürücü dozuna eş değer radyoaktivite etkisi altında kalmaktadır.

9 Mayıs 2012

Midenizi Yoran Yiyecekler


Demli çay ve bol kahve içmek, uzun süre aç kalmak, sigara kullanmak, hızlı yemek, acılı-baharatlı yemekler tüketmek, çok tuzlu gıdalarla beslenmek… Bunlar ülser hastalarının en çok yaptığı ve hastalığın seyrini olumsuz etkileyen hatalar.
Beslenme ve Diyet Uzmanı Müge Özyurt Şafak, ülser hastalarının sıklıkla yaptığı bu hataları hakkında şunları söyledi: “Çay ve kahve mide asit salgısını artırıyor, sindirim güçlüğüne neden olabiliyor. Bu nedenle ülser hastalarına gün içinde çok fazla miktarda demli çay ve kahve tüketmeleri önerilmiyor. Eğer çok istiyorsanız günde en fazla 2-3 bardak açık çay tüketilebilirsiniz. Bunların yerine ıhlamur, elma gibi bitki-meyve çaylarını tercih etmenizde fayda var.
UZUN SÜRE AÇ KALMAK MİDE ASİDİNİ ARTIRIYOR
Gün içinde çok uzun süre bir şey yemezsek, ara öğünlerde besin tüketmezsek, “kurt gibi acıktım” diyerek yiyecek tüketimini abartırız. Ülser hastasıysanız uzun saatler aç kalmamaya özen gösterin. Çünkü aç kalmak, öğün aralarının uzun olması mide asit salgısını artırıyor. Buna neden olmamak için küçük porsiyonlar halinde 2-3 saat aralıklarla bir beslenme planı oluşturmak gerekir.
AÇ KARNINA SİGARA MİDE KANAMASINI TETİKLİYOR
Sigara içmek asit ve pepsin salgılanmasını ve mide hareketlerini artırıyor. Özellikle aç karına içilen sigara mide kanaması ve ülseri tetikliyor. Tedaviden sonra sigara içmek de ülserin nüks etmesine neden olabiliyor.
YAVAŞ YEMEK MİDEYİ KORUYOR
Hızlı yemek yendiğinde besinler iyi çiğnenmeden mideye gönderiliyor. Çiğneme, mukus ve tükürük salgılanmasına neden oluyor ve bu maddeler de mide asidine karşı mukozayı koruyor. Bu nedenle yemeklerinizi yavaş yavaş ve iyi çiğneyerek tüketmelisiniz.
ACI VE BAHARAT MİDE DUVARINDA ÖDEME YOL AÇIYOR
Bazı kişiler için acısız baharatsız yemeğin tadı olmaz. Kendilerini yemek yemiş gibi hissetmedikleri gibi doyduklarını da düşünmezler. Ancak ülser varsa, acı ve baharat sevdasından ne kadar kısa zamanda vazgeçilirse o kadar iyi. Çünkü kırmızı pul biber, karabiber ve isot gibi acı baharatlar mide duvarında ödem ve harabiyete neden olarak pepsin salgısını, yani mide asidini artırıyor.
ÇOK TUZLU YEMEK DE ÜLSERİN DÜŞMANI
Bazı bağımlılıklarımızdan vazgeçmek bizler için oldukça zor olabiliyor. Tuz da bunlardan biri. Yemeğin içinde yeterli miktarda tuz olsa da, tabağımıza aldığımızda sanki tatsızmış gibi gelebiliyor. Ancak fazla tuz da ülserin düşmanlarından. Çünkü tuz gasrtik mukozayı olumsuz yönde etkilediği için normal sınırlarda, örneğin günde 6 gram kadar tüketilmeli, tuzlanmış–salamura besin tüketimi de sınırlandırılmalı.”
ÜLSERİNİZ HAFİFSE BUNLARI YİYEBİLİRSİNİZ
Ülser hastalarının beslenmesinde hastalığın derecesinin önemli olduğunu vurgulayan Müge Özyurt Şafak, bu hastalarda hastalığın şiddetine ve derecesine göre beslenme düzeni yapıldığını belirtiyor. Şafak, hastalığın hafif seyrettiği kişilere şu önerilerde bulunuyor:
- Çay ve kahve tüketimini sınırlayın.
- Yağda kızarmış etler, yağlı-salçalı yemekler, sucuk, pastırma, sosis gibi şarküteri ürünlerinden kaçının.
- Baharatlı yiyecekler ve gazlı içecekleri tüketmeyin.
- Gaz yapmayan sebze ve meyveleri (fasulye, ıspanak, kabak, bamya, elma, muz gibi) tercih edin.
- Günde bir bardak süt, bir kâse yoğurt ve 1-2 dilim az tuzlu beyaz peynir yiyebilirsiniz. Bunun dışında ızgara veya haşlama et, tavuk, balık ve hindiyi rahatlıkla tüketilebilirsiniz.
ÜLSER AĞIR SEYREDİYORSA BUNLARI YAPIN
Müge Özyurt Şafak, eğer ülser daha ağır seyrediyorsa az posalı, az yağlı, gaz yapmayan, sulu ve yumuşak besinlerin tercih edilmesi gerektiğini söylüyor. İyi pişmiş ve gaz yapmayan sebze yemekleri olarak bilinen havuç, patates, kabak ve fasulyenin yanı sıra çok hafif olması nedeniyle komposto da tüketilmesi öneriliyor. Et suyu ile hazırlanmış çorbalardan uzak durulması, bunun yerine yayla, şehriye gibi çorbaların tercih edilmesi de çok yararlı. Hastalığın ağır seyrettiği kişilerde kurubaklagiller, esmer ekmekler ve bulgurun, gaz yapıcı etkisi nedeniyle tercih edilmemesi gerekiyor.

Dişlere Zarar Veren Şeyler


1. Kürdan kullanımı, yemeklerden sonra arada birikmiş yemek artıklarını temizlemek için diş ipi yerine kürdan kullanmak, dişler arası papil dediğimiz dişetinin ezilmesine ve burada boşluk oluşmasına neden olur bu yüzden her yemekten sonra oraya tekrardan yemek kaçmasına sebep olur.
2. Ağızdaki asit seviyesini çok fazla arttırabilecek gıdalar ve içecekler tüketmek.
3. Dişlerimizde ağrı olmamasının verdiği hisle ağzımızın sağlıklı olduğunu sanmak fakat gizli bir sürü tehlike olabilir, mutlaka 6 ayda bir herhangi bir problemimiz olmasa bile mutlaka diş hekimine gitmeliyiz.
4. Yanlış ve yetersiz süre diş fırçalamak çok fazla bastırarak fırçalamak dişlere ciddi zaralar verir, doğru fırçalama dairesel hareketlerle yapılan fırçalamadır ve süresi de önemlidir en az 2 dk. süreyle günde 2 defa yemeklerden sonra dişler fırçalanmalıdır.
5. Diş sıkma ve diş gıcırdatma, bu zararlı alışkanlıklar stres ve yoğun iş temposunun yaşandığı zamanlarda edinilir. Zamanla dişlerde aşınmalar ve dişin cole dediğimiz boyun bölgesinde erimelere neden olur, dişlerde hassasiyetler başlar bu durum ciddiye alınıp hemen bir diş hekimine gidilmesi gerekir.
6. Dişlerin beyazlaması için bilinçsizce kullanılan beyazlatıcı ajanlar ve bir takım karbonatlı diş tozları diş minesine zarar verebilir. Diş beyazlatmanın dişlere zarar vermemesi için mutlaka diş hekimi kontrolünde yapılması gerekir.
7. Dişeti kanamasının ve ağız kokusunun ciddiye alınmaması ciddi sorunlara yol açabilir. Her iki belirti de hastalık habercisi olabilir. Ciddiye alınmayan dişeti kanaması diş kökünü çevrelen kemiğin erimesine ve dişin kaybına kadar gidebilir. Ağız kokusu sistemik bir hastalık yanında kötü durumdaki protez ve dolguların habercisidir.
8. Ağzımızdaki eski protez ve dolguların diş hekiminin önerisi doğrultusunda değiştirilmesi gerekir, ihmal edilmiş veya ertelenmiş dolgu ve protez yenilemeleri diş kayıplarına ve maddi olarak da kişiye yük getirebilir.
9. Kabuklu yemişler ve sert cisimleri dişlerle kırmaya ya da koparmaya çalışmak.
10. Diş bakımı ve ağrısı durumunda etrafımızdan duyduğumuz fakat doğruluğu olmayan yöntemler dişlere zara verir.

Faydalı Bitkiler


Önce  bazı önemli noktalara dikkatinizi çekmek  istiyorum. Şifalı bitkilerin ‘doğal’ olarak etiketlenmiş olması, o desteğin güvenli ve zararsız olduğunu göstermez. Örneğin kava biberi bitkisi, ciddi karaciğer hasarına yol açabilir. Şifalı bitkisel  destekler ilaç benzeri etki yapabileceğinden  hamile ve emziren kadınlarla çocuklarda  kullanımına çok dikkat edilmeli. Özellikle  ilaç kullanan hastalar, şifalı bitkisel destekler  konusunda önce doktorlarına danışmalı. Bazı  bitkisel desteklerin ilaçlarla etkileşerek sağlık  sorunlarına yol açtığı biliniyor.
Aloe: Zambak ailesinden. Binlerce yıldır topikal kullanılan aloe vera jeli, günümüzde kesikler, yanıklar, donuk, bası yaraları ve sedef hastalığında tercih edilir. Sindirim sistemini düzenleyici ve kabızlığı giderici etkileri var. Aloenin deri üzerindeki uygulamasında sadece hafif alerjik reaksiyonlar izlenir. Bağırsak tıkanmaları ve apandisit sorunları olanlarla hamile, emziren kadınların kullanması uygun değil.
Ekinezya: Papatya ailesinden. Viral, bakteriyel ve mantar enfeksiyonlarında özellikle üst solunum yolu rahatsızlıklarında kullanılır. Kanser tedavisine yardımcı olmak amacıyla bağışıklık sistemini uyarıcı özelliğiyle tercih edilebilir. Hamilelikte  kullanımıyla ilgili net veriler yok. Alerjik reaksiyonların gelişmemesi için astım ve alerjik rinit gibi rahatsızlıkları olanlara önerilmez.
Efedra: Afrika,  Avrupa ve Asya çöllerinde yetişen bir çalı bitkisi. Geleneksel olarak astım, bronşit gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarında ve terlemeyi uyarmak için kullanılır. Efedra, efedrin denilen bronşları açıcı farmakolojik maddenin kökenini oluşturur. Efedrin sıklıkla kafeinle kombine edilir, iştahı azaltır ve kilo kaybını hızlandırır. Hipertansiyon, kalp-damar ve beyin hastalıkları, sara krizleri ve tiroid  rahatsızlıklarında kullanılmaz.
Ginkgo: Aynı isimli ağacın kurutulmuş yaprağından elde edilir. Alzheimer hastalığında, beyin kanamaları sonrası gelişen demans gibi rahatsızlıklarda tercih edilir. Ginko pıhtılaşmayı engellediği için beklenmedik kafa içi kanamalarına yol açabilir. Yaşlılarda olumsuz ilaç etkileşimlerine neden  olabilir. Hamilelere ve  emziren annelere önerilmez.
Süt devedikeni: Papatya ailesinden. Siroz, alkolizm, viral ve toksik hepatit gibi karaciğer hastalıklarında kullanılır.  Biyolojik aktif  maddesi ‘silymarin’in sadece yüzde  20-50’si mideden emilir. Bulantı, kusma, kaşıntı ve alerjik reaksiyonlara neden olabilir.
Sarı kantaron: Hypericum  perforatum isimli sarı çiçekli bitkinin antenlerinden elde edilir. Hafif depresyonlarda kullanılır. Deri döküntüsü, bulantı, kusma, yorgunluk gibi yan etkileri bulunur. Manik  dönemi kötü yönde etkileyebilir. Hamile ve  emziren kadınlara önerilmez.

Fazla Su İçmek Sağlığa Zararlı


Diyetle su içmek arasında bir bağlantı olmadığını söyleyen uzmanlar “2 litrenin üzerinde su tüketilmesi zehirlenme, kalp yetmezliği ve tansiyonda oynamalara yol açabilir” dedi.
Bugün gazetesinin haberine göre; Özellikle diyet yapanların daha rahat kilo vermeleri için sürekli su içmeleri yönündeki tavsiyelere uzmanlardan “zehirlenebilirsiniz” uyarısı geldi. Kent Hastanesi İç Hastalıkları ve Nefroloji Uzmanı Dr. Serkan Yıldız, “Günde 3-4 litre su için” demenin doğru bir tavsiye olmadığını söyledi. Herkesin su ihtiyacının aynı olmadığını belirten Dr. Yıldız, “Su ihtiyacı kişinin yapısına, kullandığı ilaçlara, havanın sıcaklığına göre değişir. Bizim tavsiyemiz az ya da çok su içilmesi yönünde değil. Herkes ihtiyacı oranında su içmeli, yani susayınca su içilmeli. İstelik su ve diyet arasında çok da bağlantı olduğunu söylemek doğru değil” diye konuştu.
BULANTI VE KUSMA NEDENİ
Son zamanlarda fazla su içilmesine bağlı olarak halk arasında zehirlenme olarak bilinen “hiponatremi” rahatsızlığının yayıldığını belirten Dr. Yıldız, “İhtiyaçtan fazla su içmek kişide bulantı, kusma gibi yakınmalar yapıyor. Halk arasında ‘su zehirlenmesi’ deniyor. Biz buna ‘su fazlalığı’ diyoruz. Şikayetlere rağmen su içmeye devam eden kişilerde merkezi sinir sistemi ve bilinç durumu etkilenebilir” dedi.
Kişilerin su ihtiyacını sadece musluk suyundan almadığını anlatan Dr. Serkan Yıldız, “Her besin su içeriyor. Çorba, süt, çay, ayran, meyve suları, komposto gün içinde tüketiliyor. Her türlü sulu gıdalar sebzeler su barındırıyor. Biz bu gıdalardan da su ihtiyacımızı alıyoruz. Bunlara ilave olarak günde 3 litreye kadar su içmeye çalışmak hatalı bir davranış” diye konuştu.
Uzman Diyetisyen Banu Topalakçı: KİLOYA GÖRE SU İÇİLMELİ
Kişinin vücut kitlesine bağlı olarak su ihtiyacı değişir. Kilo yani hacim arttıkça vücudun suya olan ihtiyacı artar. Mesela 60 kiloluk biri günde 2 litreye kadar, 100 kilo olan 3-4 litreye kadar su içebilir ve içmeli de. Bundan fazlası zarardır. Böbrekleri yormaktan başka işe yaramaz. İçilen sıvı su olmalı. Nitekim su yerine içilen çay ve kahve vücuttan su kaybolmasına neden olur.
İç Hastalıkları ve Obezite Uzmanı Prof. Dr. Ziya Mocan: KALBİ VE TANSİYONU ETKİLER
Günde 4-5 litre su içilmesi zararlı. Fazla su tansiyon yüksekliğine, böbrek hastalıklarına, kalp yetmezliğine neden olabilir. Su ihtiyacı su ile karşılanır. Çay, kahve, gazoz, meyve suları her ne kadar sıvı olarak kabul edilse dahil hiçbir şekilde suyun yerini tutmaz. Öte yandan kişi susadığı zaman mutlaka su içmeli, susamadan da isteğe bağlı olarak su tüketilebilir.
İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Toksikolog Prof. Dr. Salih Cengiz: SUYUN FAZLASI ZEHİRLER
Maksimum 2 litrenin üzeri su fayda vermez. Bütün maddelerde fazlası zehirdir. Bu su için de geçerlidir.
Dozunda alındığında su faydalı olur. Suyun içindeki ağır metallerin bir miktarı vücut için gerekli olduğu gibi fazlası da zararlıdır. Örneğin suda sodyum, potasyum, kalsiyum gibi metaller var. Yani ne kadar çok su o kada ağır metal ki bu da vücut için zararlı.
Diyetisyen Nuray Soylu: ÇAY KAHVE SUYUN YERİNİ TUTMUYOR
Vücuttaki mineral dengesini tutabilmek için su alımı önemli. Günde ortalama normal bir kişinin 2-3 litre su içmesi gerekiyor; bu miktarı yaz aylarında biraz daha yukarı çekilmesinde bir sakınca yok. Çay ve kahveden elbette su alabiliyoruz ama suyun kimyası bu içeceklerde değiştiği için vücuda mineral alınamıyor. Bizim önerimiz 7-8 litre gibi abartılı öneriler değil çünkü fazla su, zehirlenmelere hatta ölüme bile yol açabilir.

Evcil Hayvanlar Alerji Yapıyor


Herhangi bir faktöre alerjisi olan ebeyenlerin çocuklarında da farklı alerjilerin görülmektedir. Örneğin babanın yer fıstığına alerjisi varsa çocuğun saman nezlesine alerjisi olabilir. Alerjinin sonradan gelişen bir olaydır. Daha sonraki karşılaşmalarda çok hızlı bir şekilde vücut tepki vermeye başlar. Farklı birçok alerjik madde türü bulunmaktadır.
ALERJİ 4 FARKLI ORGANI ETKİLİYOR
Bunlardan en yaygın üçünün polen, ev toz akarları ve kuruyemiştir. Alerji 4 farklı organı etkiler, bunlar solunum yolu, cilt, sindirim sistemi ve gözdür.
Solunum yolunu etkileyen alerjenlerin havada uçuşan parçacıklardır. Bitkiler ve ağaçların polenleri, ev tozu akarları, kedi, köpek gibi evcil hayvanların tüyleri, küf mantarları solunum yolunu etkileyen alerjenlerdir.
Cildi etkileyen alerjenler direk temas yolu ile ve kızarıklıkla gelişmektedir. Sindirim sistemini etkileyen alerjenler besinler ve ilaçlardır. Fındık, yer fıstığı, susam, süt, yumurta, soya, baklagiller, buğday, çikolata ve deniz ürünleri en sık alerji yapan besinlerdir.

Terlemeye Çözüm


Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Burçin Çelik, aşırı el ve koltuk altı terlemesinin kesin tedavi yönteminin ameliyat olduğunu belirtti. Doç. Dr. Burçin Çelik, terlemenin vücudun bir savunma mekanizması olduğunu ve bu şekilde vücut sıcaklığının ayarlandığını söyledi. Aşırı terlemenin (hiperhidrozis) ise özellikle eller, koltuk altı, ayaklar, alın, yüzde ve vücudun geri kalan bölgesinde normal fizyolojik ve duygusal durumların ötesinde terleme olması durumu olduğunu kaydeden Çelik, “Bu durum normal ter bezlerinin uyaranlara abartılı cevap vermesinden kaynaklanmaktadır. Ellerde terlemenin fazla olması, koltuk altlarının sık sık ıslanması kişilerin yaşam kalitesini etkiler. Genellikle bu kişiler çekingen, sıkılgan ve utangaçtırlar. İş ilişkileri ve sosyal hayatları etkilenir. Kişi yaşam şeklini bilinçli veya bilinçsiz şekilde değiştirir, sosyal ortamlardan uzak durur. El ve koltuk altında aşırı terleme olması tedavi gerektiren bir durumdur ve kesin tedavisi endoskopik torakal sempatikotomidir. Hasta ertesi gün taburcu edilir ve bir hafta içinde çalışma hayatına dönebilir. El terlemesi için başarı yüzde 99, koltuk altı için bu oran yüzde 90′dır. Ameliyatın hemen sonrası eller, koltuk altı ve çoğu zaman da ayaklar kurumuş olur” dedi.
TEDAVİ YÖNTEMLERİ
Tedavi yöntemleri hakkında bilgi veren Doç. Dr. Burçin Çelik, “Alüminyum klorit ve etil alkol karışımlı kremler, sistemik antikolinerjik ilaçlar, beta blokör ilaçlar, iontoforez (el ve ayaklara elektrik akımı uygulamasıdır), botox uygulaması, liposakşın (yağ aldırma). Bu yöntemlerin çoğu günümüzde uygulanmaktadır ancak hiç biri kesin çözüm değildir. Bazılarının tedaviye bağlı yan etkileri fazla iken bazıları kısa süreli ve pahallı tedavi yöntemleridir” diye konuştu. Ameliyatın özellikle el, koltuk altı ve yüz terlemelerinde kesin ve mükemmel sonuç verdiğini açıklayan Çelik, “Genel anestezi altında, kamera yardımıyla kapalı olarak yapılan ameliyat ile sempatik sinir fonksiyonu bölgesel olarak ortadan kaldırılır (klips, sinirin kesilmesi veya yakılması, kesilip çıkarılması). Açık yöntemle yapılan ameliyatlar günümüzde bu hastalarda artık terk edilmiştir” şeklinde konuştu.
AMELİYAT YÖNTEMLERİ
Göğüs Cerrahi Uzmanı Doç. Dr. Burçin Çelik, kamera yardımı ile yapılan kapalı ameliyatlar hakkında şu bilgileri verdi: “Endoskopik torakal sempatektomi: Göğüs boşluğu içinde ilerleyen ve el, koltuk altı ve yüzü etkileyen sempatik sinirin kısmi olarak çıkarılmasıdır. Bu ameliyat yöntemi yan etkileri nedeniyle günümüzde artık uygulanmamaktadır. Endoskopik torakal sempatikotomi: Göğüs boşluğu içindeki sempatik sinirin makas veya koter (kesici ve yakıcı özelikte elektirikli cihaz) ile sadece bir bölgeden kesilmesidir. Günümüzde en sık uygulanan yöntemdir. Klips ile sempatik blokaj: Göğüs boşluğu içindeki sempatik sinire titanyum veya polimer klipslerle blokaj uygulanmasıdır. Yan etkileri daha az olmasından dolayı tercih edilmekte ve uygulanmaktadır.
Hastanın klips ile ameliyat sonrası kompensatuvar (dengeleyici) terlemeden veya diğer yan etkilerden rahatsız olması durumunda klipsin çıkartılarak hastanın tekrar eski durumuna döneceği bildirilmektedir ancak bu bilimsel olarak kanıtlanmamıştır. Klipsin sinire yaptığı baskı sonucu sinir dokusunda hasar meydana gelmektedir. Hastaya klips çıkarıldıktan sonra 1-3 ay içinde sinir kendini yenileyip eski fonksiyonlarını kazanabilir ancak bu düşük bir ihtimal olup kesin değildir. Klipsin çıkarılması sonrası şikayetlerin geriye döneceği garanti edilmemelidir.”
AMELİYAT RİSKLERİ VE YAN ETKİLERİ
Ameliyatın genel anestezi altında yapıldığını ve herhangi bir ameliyatta ortaya çıkabilecek problemlerin endoskopik torakal sempatikotomi için de geçerli olduğunu anlatan Doç. Dr. Burçin Çelik, “Bu ameliyattan sonra hastaların yüzde 1-5′inde bazı komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Bunlar pnömotoraks (göğüs boşluğunda hava kalması), interkostal nöralji (ameliyat bölgesinde ağrı), horner sendromu (göz kapağında hafif aşağı inme), kanama gibi durumlardır. Yan etki olarak kompenzatuvar terleme (yüzde 10-70) görülebilir. En çok sırt, karın, kalça, bacaklar gibi bölgelerde görülür. Bu durum ameliyat sonrasında en sık rastlanan problemdir ancak hastalar genellikle günlük hayatlarını fazla etkilemeyen bu durumdan şikayetçi olmazlar. Endoskopik torakal sempatikotomi tecrübeli bir cerrah tarafından uygulanırsa son derece güvenli bir yöntemdir. Bu ameliyat yaklaşık 3 yıldır Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı’nda uygulanmaktadır. Ameliyat video yardımıyla kapalı olarak yapılmakta ve hastalar ertesi gün taburcu edilmektedir. Kliniğimizde aksiler ve palmar hiperhidrozis nedeniyle ameliyat edilen hastalarda başarı oranı yüzde 95′in üzerinde, hasta memnuniyeti yüzde 90′ın üzerindedir.”

Sağlıklı Saçlar İçin Yenmesi Gereken Besinler


Hepimiz saçlarımızın nasıl göründüğüne önem veririz. Saçınızın daha sağlıklı görünmesini sağlayacak ve hissettiğiniz yaştan daha da genç görünmenizi sağlayacak bu 8 besini tüketin.
Yeşil çay, ceviz ve somon: Bu gıdalar polifenol ve omega-3 içerdiğinden kalp ve beyin sağlığına iyi gelir. Ayrıca saçınızı parlak olmasını sağlar. Eğer kepekle mücadele ediyorsanız, yeşil çay ile durulama deneyin. Bu kepeğe neden olan mantarı önlemeye yardımcı olur.
Meyveler: Özellikle parlak ve renkli olanlar-örneğin şeftali, çilek, mango, kivi, domates; saç oluşumunun temel yapısı olan kolajenin yapımında önemlidir. C vitamini bakımından da zengin olan bu meyveler saçların gür ve canlı olmasını sağlar.
Fasulye, tam tahıllar gibi B vitamini yönünden zengin besinler: B vitaminleri (özellikle B6 vitamini ve folik asit) büyümeyi teşvik ederek saç folikülleri için kan ve oksijen tedariği sağlar ve saç kaybını yavaşlatabilir. B vitamini açısından zengin besinler fasulye, bezelye, havuç, karnabahar, soya fasulyesi, fındık ve yumurtadır.
Koyu yeşil sebzeler:Ispanak, brokoli, pazı; Bu besinler saç için doğal saç kremi görevi gören sebum(kafa derisi yağı) maddesinin üretiminde görev alan A ve C vitamini açısından oldukça zengindir.

Beyin ve Zihin Geliştirme Yolları

Son zamanlarda benim gibi beyin kapasitesini yeterli kullanamayıp ramini dolduran kişilerdenseniz bu soruna gelin beraber çözüm arayalım. Beyin geliştirme konusunda yaptığım araştırmaları ve bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Ancak ilk başta beyin faliyetlerinin hızlanmasını için yediğimiz besinlere çok çok dikkat etmemiz gerekiyor. Bununla birlikte kesinlikle bitkisel gıda takviyeleride almanız gerekiyor. Beyin gelişimi için B12 ve Omega yağları çok çok önemlidir. Bunun dışında bulmaca ve benzeri beyin geliştirici oyunlar oynamanız zihinsel gücünüzün artmasında size yardımcı olacaktır. Bununla ilgili hekimce.com’da bulunan bir makaleyide yazının devamında sizlerle paylaşmak istedim.

29 Nisan 2012

Sürüngen Türleri (Latince: Reptilia)

       Sürüngenler (Latince: Reptilia), omurgalı hayvanlar aleminin yumurtlayarak çoğalan büyük bir sınıfı. Yılanlar, kertenkeleler, kaplumbağalar, timsahlar ve tuatara takımlarından meydana gelir.

       Değişkensıcaklı (heterotermi) omurgalılardan olan sürüngenler, evrimsel olarak Amfibyumlarla sabit vücut ısılı (homeotermi) hayvanlar arasındaki geçiş sürecini, denizden karaya, kalıcı geçişi temsil ederler. Vücutlarının pul ya da benzer levhalarla kaplı olması nem kaybını en az düzeyde tutmalarını sağlar, bu sayede kurak ortamlara oldukça iyi uyum sağlarlar.

      Vücut ısılarını sabit tutacak metabolizmik mekanizmalara sahip olmadıkları için, vücut ısıları dış ortamın ısısına bağlı olarak değişkendir. Bu yüzden sürüngen türlerinin çok büyük bir kısmı dünyanın ılıman iklim kuşaklarında yaşamlarını sürdürür. Ancak bu sayede kasları inanılmaz enerji tasarrufu yapar. Kaslarının güç potansiyeli memelilere oranla 4, kuşlara oranla 2 kat daha fazladır.

     Tümü akciğerleriyle solunum yapan sürüngenlerin tümü yumurtlayarak ürerler. Bazı türlerde yavruların yumurtadan çıkması, dişinin içinde gerçekleşir.

     En eski sürüngen fosillerine Karbonifer döneme tarihlenen kayaçlarda rastlanır. Karbonifer Dönemi izleyen Permiyen Dönem ve tüm Mezozoik Zaman boyunca, tür çeşitliliği yaygınlık yönünden hızlı bir evrimleşme göstermişler, Mezozoik Zaman'da karalardaki hakim türleri oluşturmuşlardır. Kretase Döneminin sonunda gerçekleşen (65 milyon yıl önce) K/T Olayı sonunda sürüngen türlerinin büyük bir bölümü yok olmuşsa da bugün gezegenimizde 6.000 kadar alt türü yaşamaktadır.Sürüngen ve kaplumbağaları insanlar daha çok yazın görürler.

Omurgasiz Hayvan Türleri

      Tamamı heterotrof (hazır besin alan) canlılardır. Hücre çeperleri yoktur. Kloroplast taşımazlar. Hayvanlar omurgalı ve omurgasız olmak üzere iki büyük gruba ayrılır. Süngerler, Sölenterler, Yassı Solucanlar, Yuvarlak Solucanlar, Halkalı Solucanlar, Yumuşakçalar, Kabuklular, Örümcekgiller, Çokayaklılar, Böcekler ve Derisi Dikenliler omurgasız hayvanlar grubunu meydana getirir. Balıklar, Kurbağalar, Sürüngenler, Kuşlar, Memeliler omurgalı hayvanlar grubuna ait canlılardır.
Omurgasız Hayvanlar ve Özellikleri
Omurgasız olarak adlandırılan canlıların yapılarında bir iç iskelet bulunmaz. Omurgasız hayvanların vücudunun dış kısmını örten ve destekleyen bir dış iskelet bulunur. Omurgasız hayvanlardan bazıları suda, bazıları da karada yaşamaya uyum sağlamıştır. Yaşamın hiçbir evresinde, vücuda desteklik yapan bir sırt ipliği (notokord) bulunmaz. Sinir sistemi gelişimi, ilkel gruplarda uyartılara bölgesel cevaplar verilmesi şeklindeyken, gruplarda gelişmişlik düzeyine göre değişiklik gösterir. Gerçek dokulara sahip oluşlarına göre, omurgasızlar iki gruba ayrılır:
1. Grup: Parazoa (Gerçek dokulara sahip olmayan canlılar)
2. Grup: Eumetazoa (Gerçek dokulara sahip canlılar)
1. Grup: Parazoa (Gerçek dokulara sahip olmayan canlılar)
Omurgasız hayvanların ilk grubunu oluşturan bu canlılarda, gerçek dokular bulunmaz. Bir hücrelilikten çok hücreliliğe geçişin temsilcileri olarak kabul edilen bu canlılar, sadece hücresel düzeyde özelleşme gösterebilmişlerdir. Bu nedenle de, vücutta belirli organ sistemlerinin varlığından söz edilemez. Hücreler tabakalaşma gösterseler de bazal lamina adı verilen yapının veya hücreler arasında bağlantı bölgelerinin bulunmaması nedeniyle, doku varlığı kabul edilmez. Parazoa grubu a) Placozoa b) Porifera (Süngerler) olmak üzere ikiye ayrılır.
a) Placozoa: Şubenin tek üyesi olan Trichoplax adhaerens en basit çok hücrelidir. Aynı zamanda, şimdiye kadar bilinen en az miktarda DNA içeren hayvansal organizmadır. Ağız ve sindirim sistemi bulunmaz. Vücudu yassı ve asimetriktir. Yassı vücut yüzeyindeki tek tabakalı yassı epitel hücrelerinin her biri, bir adet kamçı taşır.
b) Porifera (Süngerler)
En basit yapılı çok hücreli hayvanlardır. Hiçbir sistemleri yoktur. Süngerlerde sadece hücresel düzeyde farklılaşma görülür. Üreme organları vücutlarının belli bir yerinde değildir. İskelet elemanları görülmesine rağmen, gerçek doku ve organ bulunmaz. Hem tatlı sularda hem de denizlerde yaşarlar. Vücutlarında por denilen delikleri çoktur. Çoğunlukla şekil bakımından bitkilere benzerler. Kırmızı, mavi, gri, sarımtırak ve siyah renkte olabilirler. Eşeysiz çoğalmaları tomurcuklanma ile olur. İskeletleri organik ve inorganik maddelerden meydana gelmiştir. Su vücuda osteum adı verilen açıklıklardan girer ve oskulum adı verilen açıklıktan çıkar. Su, vücut içerisinde akışı esnasında süzülür ve içeriğindeki küçük organizmalar besin olarak kullanılır. Sadece hücre içi sindirim görülür. Boşaltımda görevli olan kontraktil (vurgan) kofullar, hayvanlar içinde sadece süngerlerde bulunur. Sinir sistemleri yoktur. Uyartılara verilen tepkiler bölgeseldir. Ergin bireyler, daima bir yere bağlı olarak (sesil) yaşarlar. Bazı türlerinin ekonomik değeri vardır.
2. Grup: Eumetazoa (Gerçek dokulara sahip canlılar):
Omurgasız hayvanların geri kalan tüm şubelerini ve hatta omurgalıları da kapsayan bu grubun canlılarında, gerçek dokular bulunur. Özelleşme, doku düzeyinden organ ve sistem düzeyine kadar, çeşitli gelişmişlik seviyelerinde ortaya çıkar.
Sölenterler (Coelenterata)
Vücutlarının merkezinde bir sindirim boşluğu bulunur. Bu kısmı hem ağız hem de anüs olarak kullanırlar. Vücut dokusu iki hücre sırasından oluşmuştur. Dışarıdaki hücre sırasında canlıyı koruyan yakıcı kapsüller vardır. Deniz anası, Hidra ve Mercanlar sölenterlere örnek olarak verilebilir. Bu şubede ilk defa ağız oluşumu gözlenir. Ağız, aynı zamanda anüs görevindedir. Sindirim boşluğu gelişmiştir. Böylece hücre dışı sindirim de başlamış olur. Sinir sistemi sadece sinir ağı yapısındadır. Nöronlar kutuplaşmadığı için, uyartı her yöne doğru iletilir. Boşaltım ve solunum sistemleri yoktur.
Solucanlar
Omurgasız canlılardan olan solucanların çoğu tatlı sularda ya da dip çamurlarında yaşar. Balçık içindeki organik besinlerle beslenirler. Bazıları başka canlıları avlayarak beslenir, bazıları da asalaktır. Az da olsa denizde yaşayan türleri de vardır. Yassı solucanlar, yuvarlak solucanlar ve halkalı solucanlar olarak incelenirler.
a) Yassı Solucanlar (Platyhelminthes)
Vücut dorsoventral olarak yassılaşmıştır. Solunum, iskelet ve dolaşım sistemleri bulunmaz. Basit duyu organlarına sahiptirler. Yassı solucanlarda anüs ve damar sistemi yoktur. Parazit yaşayanların bazılarında sindirim sistemi yoktur. Ağız hem anüs hem de ağız görevini yapar. Sinir ve üreme sistemleri vardır. Boşaltım sistemleri bulunur. Alev hücreleri taşıyan protonefridiumları vardır. Küçük bir grubu tatlı su ve nemli toprakta serbest, diğerleri insan ve hayvanlarda parazit olarak yaşar. Planaria ve tenyalar yassı solucanların en tanınmışlarındandır.
b) Yuvarlak solucanlar (Nematoda)
Nemli topraklarda, tatlı sularda veya denizlerde dağılım gösterirler.
Vücut yüzeyi yumuşak ve esnek bir kütikula ile örtülüdür. Çoğu ayrı eşeylidir ve erkekler, dişilerden daha küçük yapılı olmaları ve vücutlarının arka kısmının uç tarafta kıvrılmasıyla ayrılırlar. Şubenin çoğu temsilcisi, ekonomik değere sahip olan hayvan ve bitki türlerinde parazittir. Parazit olan türlerde, genellikle bir başkalaşım evresi görülür. Sindirim sistemlerinde anüs ve ağız ayrılır. Çoğu bitki ve hayvanlarda parazit olup bazıları da su ve toprakta serbest olarak yaşar. Kancalı Kurt (Trişin) ve Bağırsak Kurdu (Ascaris) en çok bilinen örnekleridir.
c) Halkalı solucanlar (Annelida)
Vücutları çok sayıda halkanın sıralanmasıyla oluşmuştur. Vücutlarında baş bölgesi ayırt edilebilir. Sindirim kanalı özel bölümlere ayrılmıştır. Kapalı dolaşım görülür. Hermofrodit olmalarına rağmen kendi kendilerini dölleyemezler. Deri solunumu yaparlar. Ağız ve anüs oluşumu ile tek yönlü sindirim sistemi görülür. Sülükler haricinde bütün gruplarda solom (vücut boşluğu) odacıklara bölünmüştür. İçi sıvı ile dolu olan vücut boşluğu, hidrostatik iskelet görevindedir.
Sülükler dışında tüm üyelerde kapalı dolaşım sistemi görülür. Bu grup, en gelişmiş rejenerasyon (kendini yenileme) yeteneğine sahiptir. Toprak solucanı ve sülük en tanınmış örnekleridir.
Yumuşakçalar (Mollusca)
Vücutları üç belirgin bölgeden oluşur: baş, kaslı ayak ve visceral kitle (organlar). Dorsal vücut duvarında manto boşluğu bulunur. Manto boşluğuna sindirim, boşaltım ve üreme sistemlerinin ürünleri atılır. Bazı gruplarda manto boşluğu değişikliğe uğrayarak akciğerleri meydana getirmiştir. Manto aynı zamanda kabuk salgılar.
Yumuşakçalarda açık dolaşım sistemi görülür. Gaz değişimi vücut yüzeyi, solungaçlar, akciğerler ve manto ile gerçekleştirilir. Çizgili kas ilk defa bu grupta ortaya çıkar. Vücutlarında hem çizgili hem de düz kaslar bulunur. Sinir sistemi, deri altı sinir ağı şeklindedir. Karın bölgesinde kaslı ayakları vardır. Solungaç solunumu yaparlar. Ahtapot, salyangoz, midye yumuşakçalara örnektir.
Eklem Bacaklılar (Arthropoda)
Hayvanların en geniş şubesidir ve tüm bilinen türlerin yaklaşık %'ünü içerir. Segmentli vücutları, eklemli üyeleri ve oldukça iyi gelişmiş organ sistemleri bulunur. Genel olarak her segmentte bir çift üye bulunur. Vücutları baş (cephalo), göğüs (thorax) ve karın (abdomen)'dan oluşmuştur. Karasal yaşama en iyi uyum sağlamış omurgasızlardır. Açık dolaşım sistemi görülür. Ayrı eşeylidir. Basit bir solumun ve sinir sistemi vardır. Ağız ve anüs gelişmiştir. Sindirim sistemi tam ve tek yönlüdür. Açık dolaşım sistemi görülür. Gaz değişimi; deri yüzeyi, solungaçlar, trake sistemi veya kitapsı akciğerler ile gerçekleştirilir. Su akrepleri, at nalı yengeci, deniz örümceği örnek olarak verilebilir.
Kabuklular (Crustacea)
Eklem bacaklılar içinde yer alan ve iki çift anten taşıyan tek gruptur. Ancak tespih böceklerinde (Isopoda), karasal formlarda sadece tek bir çift anten bulunur. Diğeri kaybedilmiştir. Çoğu sucul ortamlarda yaşar ve sucul faunadaki hayvanlardan zooplanktonların önemli bir kısmını teşkil ederler. Bir kısım kabuklu ise, çeşitli hayvanların severek tükettiği besinler arasında sayılır. Örneğin Artemia, flamingoların diyetinin önemli bir elemanıdır. Vücut, baş-gögüs (cephalo-thorax) ve karın (abdomen) olmak üzere 3 belirgin bölgeye ayrılır. Kabukta kalsiyum biriktirilmesi ile, yapıda sağlamlık kazanılmıştır. Yengeç ve İstakozlarda (Decapoda), birinci bacak çifti makas şeklini almıştır. Solunum, solungaçlarla gerçekleştirilir. Bacaklar da solungaç görevi görebilir. Açık dolaşım sistemi görülür ve toplar damarlar bulunmaz. Ayrı eşeylidirler ve gelişmelerinde genellikle metamorfoz (değişim) görülür. Çoğu kabuklu, güneş ışığına veya günün saatlerine göre dikey göç içgüdüsüne sahiptir. Tatlı su ve denizlerde yaşarlar. Üyeleri eklemlidir. Bazıları mikroskobiktir (Dafnia ve Syklops gibi). Bazı türleri besin değeri sebebiyle özel olarak üretilirler. Karides, yengeç, İstakoz, siklops, balanus en tanınmış örneklerindendir.
Örümcekgiller (Arachnida)
Ortalama 60.000'in üzerinde tür ile, oldukça kalabalık bir gruptur. Örümcekgillere dahil olan canlıların büyük çoğunluğu karasal yaşama uyum sağlamıştır. Solunum organı kitapsı akciğerler veya trakelerdir. Küçük yapılı örümceklerin bir kısmında ise deri solunumu görülür. Kalp sırt tarafında konumlanmıştır. Kanları renksizdir ve solunum pigmenti çoğunlukla hemosiyanin'dir. Beslenme çoğunlukla karnivordur (etçil) ve birçok tür, uzun süre açlığa dayanabilir. Bazı akrep türleri bir yıl boyunca, bazı örümcek türleri ise 2 yıl kadar açlığa dayanabilmektedir. Ayrı eşeylidirler ve erkek genellikle dişiden daha küçüktür. Yumurtaların korunmasında çeşitli stratejiler görülür. Eklemli dört çift bacak taşırlar. Baş ile göğüs bölgesi birbiriyle kaynaşmış durumdadır. Antenleri yoktur. Bir çoğu bezler içinde zehir taşır. Su kenesi, örümcek, kene, akrep gibi örnekler verilebilir.
Örümcekgillerden akar ve kenelerin çoğu parazit olarak, hayvan veya bitki özsuları ile beslenir. Büyük çoğunluğu kördür. Ender olarak, farklı sayılarda ve az gelişmiş gözlerin varlığına da rastlanır. Karada yaşayan hemen her canlıdan kan emebilen kenelerde, vücut kan emildikçe şişer. Birçok virüs ve bakteri taşıdıkları için, benekli humma ve tifüs gibi hastalıkları bulaştırabilirler.
Çokayaklılar (Myriapoda)
Karasal canlılardır. Vücutları uzun ve segmentlidir. Her segmentte ayak bulunur. Çıyanlarda her segmentte bir çift, kırkayakta ise her segmentte iki çift ayak bulunur. Gövdede, son segment haricinde her vücut segmenti bir çift üye taşır. Trake solunumu yaparlar. Deri, kalsiyum karbonat içermesi nedeniyle sert yapılıdır. Çıyan ve kırkayak bu grubun örneklerindendir.
Böcekler (insecta)
Canlılar dünyasının en geniş hayvan sınıfını oluştururlar. Vücutları baş (cephalo), göğüs (thorax) ve karın (abdomen) olmak üzere 3 bölümden oluşur. Bazı gruplarda bu vücut bölümlerinde kaynaşmalar görülebilir. Baş bölgesinde bir çift anten ve bir çift bileşik göz bulunur. Sınıf özelliği olarak göğüsleri 3 segmentlidir ve her segmentten bir çift bacak çıkar. Çoğunda 2. ve 3. göğüs segmentlerinden birer çift kanat çıkar. Hayvanlarda "uçma" ilk defa bu sınıfta ortaya çıkmıştır.
Dış iskelet bulunur. Vücutlarında sadece çizgili kas bulunur. Solunum trake sistemiyledir. Açık dolaşım sistemi görülür. Vücutta dolaşan solunum sıvısı "hemolenf adını alır ve çoğunlukla renksiz, bazen de soluk yeşil-sarı renktedir. Vücutları bez bakımından zengindir. Çekici veya itici koku, mum, zehir, ipek, yağ, tükürük, antikoagülan madde gibi birçok maddeyi salgılamak üzere özelleşmiş çok sayıda bez taşırlar. Duyu organları ve sinir sistemleri iyi gelişmiştir. Birçok grupta, özel görevleri olan duyu organlarına rastlanır . Avlanmak veya avcılarından korunmak için son derece başarılı uyumlar kazanmışlardır. Renklenmeleri büyük çeşitlilik gösterir. Bazılarında ışık çıkarma özelliği görülür. Yumurta ile çoğalırlar ve gelişmelerinde çoğunlukla bir metamorfoz görülür. Bazı gruplarda koloni halinde sosyal yaşam örnekleri görülür (Karıncalar, Arılar, Termitler). Yaşam ve beslenme şekillerine göre, ağız parçaları, anten ve bacak yapıları farklılık gösterir. Çoğu karada yaşar. Çekirge, kelebek, bit, sinekler ve yaprak bitleri tanınmış diğer örneklerindendir.
Derisi Dikenliler (Echinodermata)
Hemen hemen hepsi deniz hayvanları olup, çoğunlukla zeminde sürünerek yaşarlar. Kalker plakçıklardan oluşmuş iskeletleri vardır. İskelette tipik olarak dikenler bulunur. Bu nedenle derisi dikenliler olarak adlandırılırlar. Açık dolaşım görülmektedir. Solungaç, deri ve kese solunumu vardır. Hareketlerini diken şeklindeki çok sayıda ayakla yaparlar. Deniz yıldızı, deniz kestanesi ve deniz hıyarı en çok bilinen örnek türleridir.

Coca Colanin Yapilisi , Böcek Larvasiyla Coca Cola

      Cochineal (E-120 Maddesi)
Başta cola olmak üzere , et ürünleri ve hazır çorbalara renk vermesi için katılan bu madde bir tür böcek larvasından yapılıyor.
İnternette boy boy resimleri çıkan bu böceği bende araştırdım ve yabancı kaynaklardan çeşitli fotoğraflar elde ettim. Cola nın rengini düşünün ve şimdi aşağıdaki resimlere bir bakın. Bundan sonra cola diye içtiğimiz böcek suyunu yudumlarken birdaha düşünürsünüz.
İşte o iğrenç görüntüler...

İşte Videoyu izleyin  ve görün  cola nasıl yapılıyormuş


Orjinal Bali Nasil Anlariz ?

    Hakiki baldan kasıt arı yüzü görmemiş bal mı? Yoksa arıya aşırı besleme yoluyla yaptırılan bal mı?
Toplumda bu konuda bir kafa karışıklığı var.
Arı yüzü görmemiş balı bir çok labaratuvar kolaylıkla anlayabiliyor. Fakat arıya aşırı besleme yaptırılarak üretilen bal konusunda işler karışıyor. Yanlış bilmiyorsam Türkiyede sadece 2 yerde bunu analiz edebilecek imkanlar var.
Pratik olarak önerilen bir çok yöntem var fakat bunların da bilimsel yanı yok.
Bir çok yöntem satıcıların halkı ikna etmek için uydurduğu şeyler.
Ben ilk defa bizim kasabada bir bal satıcısının kopya kalemle petek üzerine işaret koyarak bakın işte kopya kalem yazıyor, sahte olsa yazmaz diye sattığına şahit olmuştum.
Fakat sahte bal üzerine kalemle işaret koyup bakın buna yazmıyor çünkü sahte denildiğini hiç görmedim.
Zaten petekli bal aşırı besleme ile arıya yaptırılmış bile olsa, o kalem bunun üzerine de yazar.
Bütün balların rengi, kokusu, aroması değişik. Koklayarak, tadarak, suya katıp eriterek, boğazı yakıp yakmadığına bakarak anlaşılması çok zor.
En iyi hakiki bal anlama yöntemi, arıcının güvenilir olup olmaması.

Gülün Suyunun Faydalari Nelerdir ?

      Gül suyunun cildimiz için onlarca faydasının olduğunu biliyor muydunuz hanımlar ? Cilt temizliği ve bakımında gülün yeri apayrıdır !
Gül suyu ile cilt temizlemek :
- Bir kaba 2 yemek kaşığı kil, 3 yemek kaşığı gülsuyu ve 1 çay kaşığı zeytinyağını koyup iyice karıştırın ve koyulaşıncaya kadar iyice kaynatın.
Yüzünüzü yıkadıktan sonra bu karışımı göz ve dudağın kenarları hariç cildinize sürün. 5 ya da 7 dakika beklettikten sonra yüzünüzü yıkayın. Bu gül maskesi cildin kirlerini ve fazla yağlarını alıp temizler. Gül kokusu cildi rahatlatır ve besler.
- 4 litre üzüm sirkesi içine 10 avuç kuru gül yaprağını ekleyip karıştırın. 15-20 gün güneşte tutup süzün. Gargara, losyon, makyaj temizleyicisi olarak kullanabilirsiniz.
- Üç avuç taze gül yaprağını beş dakika suda kaynatın sonra bir çay kaşığı dövülerek toz haline getirdiğiniz ıhlamur yaprağından, bir çorba kaşığı taze kaymak, bir tatlı kaşığı süzme bal ilâve edin.
Hazırlanan karışım krem kıvamına gelinceye kadar kestane unu ilave ederek karıştırın. Cildin parlak, nemli ve güzel olmasını sağlayan bu karışımı yüzünüze sürebilirsiniz.
Cilt bakımı
- Pul pul dökülen kuru bir cilde sahipseniz bu görünümden kurtulmak için kurutulmuş gül yapraklarını küçük parçalara bölün, süt, mısır nişastası ve bir parça bal ile karıştırın. 15 dakika beklettikten sonra, bu karışımla yüzünüze yavaş yavaş masaj yapın. Bu masaj sayesinde cildiniz kaybettiği nemi geri kazanacaktır.
- 3 çay bardağı gül suyuna 1 çay bardağı vazelin koyun ve karıştırın. Bu karışım el ve dudak çatlaklarına iyi gelecektir.
- Saf zeytinyağının içine 10-15 damla gül yağı koyun vücuda masaj yapın.
- Küvete banyo suyunun içine 11-15 damla gül yağı damlatıp iyice karıştırın, bu karışım hem güzel kokmanızı hem de rahatlamanıza yardımcı olacaktır.
Saç bakımında gül suyu :
- 30 gr şampuanın içine 12 damla gül yağı koyun ve karıştırın. Saç diplerine masaj yaparak saçınızı yıkayın. Bu maske saçınızı besler, kepeklenmesini önler.
- 4 damla gül yağını saç fırçanıza dökün saçınızı tarayın.
sağlık için gül suyu :
Gül reçeli, gül şarabı, gül balı yenmeye devam edildiğinde mideyi kuvvetlendirir, yaralara ve tıkanıklıklara iyi gelir.
- İshali engellemek için 20 gr. Gül kurusunu 1litre suda kaynatın, günde 3 fincan içebilirsiniz.
- 2 su bardağı taze gül yaprağını, 2 bardak şeker ile karıştırın. 1 bardak su ile kısık ateşte 1-2 saat pişirin. Ocaktan almadan önce içine yarım limon suyu katın. Bu karışım hafif sindirim sistemi iltihaplarına, romatizma ve eklem iltihaplarına iyi gelir.
- 1 litre şarabın içine 1 avuç gül yaprağı atın, yarım saat dinlenmesi için bırakın. Cildinizi bu karışım ile temizleyin.
Gül yağının faydaları
- Antiseptik (mikrop öldürücü )olarak kullanılan gül yağı makyajı temizler, ciltteki doğum lekelerini alır. Alerjik ciltlere iyi gelir. Cilde canlılık kazandırır.
- Boğaz ve bademcik iltihaplarının giderilmesine yardımcı olur.
- Ellerinizin ve cildinizin güzelleşmesi için gül yağını badem yağıyla karıştırıp, kullanabilirsiniz.
Hassas ciltlere gül suyu
Aşağıdaki belirtilerden üç veya daha fazlasına sahipseniz cildinizin hassas olduğunu söyleyebiliriz…
- Yün ve keten gibi sert kumaşlar cildinizi rahatsız ediyor. Kaşınmaya ve bunu takip eden birkaç gün boyunca yanmaya sebep oluyor.
- Sürdüğünüz parfüm veya taktığınız nikel takılar teninize değdiği yerlerde kurdeşene neden oluyor.
- Kaşımasanız bile bir sivrisinek ısırığı günlerce kalıyor.
- İçeriğinde mineral yağ, koruyucu veya güçlü bir koku bulunan cilt temizleyicilerini uyguladığınızda, cildiniz bozulmaya daha meyilli hale geliyor.
- Saçınızın doğal rengi sarı veya kızıl. Ayrıca teninizin rengi çok açık veya çilleriniz var.
- Güneşe, soğuğa, sıcağa, neme veya rüzgâra maruz kaldıktan sonraki birkaç gün cildiniz batıyor, kaşınıyor veya geriliyor

28 Nisan 2012

Cig Sarimsagin Zararlari

        Gaziantep Üniversitesi (GAZÜ) Tıp Fakültesi Klinik Biyokimya Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nejat Yılmaz, sarımsağın, çiğ tüketimine dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.
Özellikle bağırsak hastalıkları, parazitlere karşı, solunum hastalıklarında, deri hastalıkları, yaraların iyileştirilmesinde ve yaşlılığa karşı sarımsak kullanılmaktadır. İkinci Dünya Savaşında açık yaraların üzerine direkt olarak sürülerek, enfeksiyonun yayılması engellenirdi.
Sarımsağın faydaları arasında, kalp damar hastalıkları, kanseri engelleme, immün bağışıklık sistemin uyarılması, detoksifikasyon yapması, radyasyona, strese karşı koruması,fiziksel gücün artırılması ve antiaging etkileri çalışmalarda gösterilmiştir.
     
SARIMSAĞI ÇİĞ YEMEYİN, ZARAR GÖRÜRSÜNÜZ
Çiğ sarımsağın tahriş edici, asidik ve okside edici bileşikleri ayrıştırma ile yok edilebilmektedir. Bazı kültürlerde bu ayrıştırma için sarımsak ıslatılmakta veya alkol, süt ile ayrıştırılmaktadır. Sarımsağın birçok istenmeyen yan etkisi, fazla miktardaki yağda erir organosülfur içeriğinden kaynaklanmaktadır.

29 Mart 2012

Diyabete Egzersizli Tedavi


Merhaba arkadaşlar bugün sizlere Tv den izlediğim bir haberi yani Diyabete Egzersizli Tedavi haberini taşımak istedim.Bu haberi taşımamın en büyük nedenlerinden biri, Türkiyede şeker hastalığının giderek artmasıdır.Aile genlerinden gelen şeker hastalığının, aşırı kilo ve hareketsizlik ile belli yaşlarda ortaya çıkması Türkiye’de son yıllar da sıkça rastlanan bir durum haline geldi.Şeker hastalığı özellikle böbrek ve pankreas gibi organları etkilediği için çok dikkat edilmesi gereken hastalıkların başında geliyor açıkcası.
Açıkcası haberin detayına gelecek olursak, özellikle psikolojik ve birçok kilo sorunu olan hastaların çaresine derman olan spor yapma alışkanlığını bu hastalıktada kurtarıcı rol oynuyor diyebiliriz.Yapılan egsersiz kan şekerinin düşmesine yardımcı olduğu ve kan basıncını sürekli belli bir seviyede tuttuğu için, şeker hastaları için bulunmaz bir nimet haline geliyor.

Spor özellikle bisiklet sporu olsun,düz yürüyüş veya koşu olsun günlük evde yapacağınız 30dk lık kültür fizik hareketleri bile formunuzu koruma da yardımcı olacak en büyük etkenlerden biridir.

ünümüzün ve Türkiyenin’de içinde bulunduğu birçok ülkenin sorunu olan kilo problemi giderek büyümekte ve insanlar için kalıcı sağlık problemlerine yol açmaktadır.Kilo ile gelen hastalıkların başında şeker hastalığı, karaciğer yağlanması kas ve omirilik sorunları , kilo probleminin başında gelen hastalıklar.

Göğüs Estetiği Ameliyatı Hakkında Bilgi

Tecrübeme göre genel olarak meme estetiği hastası konuyu detaylı biçimde araştırmıştır. Bu hastalar genellikle primer göğüs ameliyatlarında yeterli araştırma yapmadıklarını hissederler. Çok sayıda revizyon rinoplasti hastası internetteki muazzam miktardaki eğitim materyalinden faydalanır. Bu hastalar genel olarak prosedürü öğrenmeye ve potansiyel revizyon cerrahlarının preoperatif ve postoperatif fotoğraf görüntülerine ilgi duyarlar. En iyi hastanın iyi bilgilendirilmiş hasta olduğuna inanırım. Bu konuyu araştıranlar için detaylı bilgi sağlama çabasıyla www.memeestetigi.gen.tr adında bir web sitesi hazırladım. Gerekli lojistik bilgiye ek olarak web sitemde detaylı eğitsel materyale yer vermek için büyük çaba sarf edildi. Bunun sonucunda ofisimde gördüğüm hastaların göğüsüyle ilgili olarak yanlış olan şeyi önceden öğrendiklerini ve benim felsefem ve yaklaşımım konusunda oldukça bilgilendiklerini gördüm.

Katarakt Niçin Oluşur?


Goz merceğinin saydamlığının kayboldu­ğu donuk beyaz bulanıklık gösterdiği bir durumdur. Göz merceğinin bulanıklığı art­tıkça görme olayı güçleşir ve sonunda yok olur. Katarakt doğuştan olabileceği gibi gençlerde bir kaza sonucunda da meydana gelebilir (travmatik katarakt). Bununla birlikte katarakt çoğu zaman el­li ile yetmiş yaş arasında gorulur ve nede­ni merceğin dokularının zamanla bozulmasıdır (senıl katarakt) Bir ölçüde bu bo­zulma kalıtsal olabilir.
Başlangıçta hasta­lık kendini bir gözde gösterirse de çoğu kimsede otekı gözde de bir sure sonra or­taya çıkar Bu durum yavaş yavaş ilerle­yen bir karakter gösterir ve gozun görme yeteneğini yitirmesi ıkı yıl sürer. Kataraktın ilk belirtileri goz kapaklarının kızarması, gurtduzlerı başlayan ve nedeni belirlenemeyen başağrıları, gozun önünde devamlı olarak küçük benekler gözükmesi ve zamanla iyi seçememektır. Bu gibi belırtiler gecikmeden bir goz mütehassısı­na başvurmayı gerektirir Sık sık gozluk değiştirerek geçici görme sağlanabilir. Katarakt gençlerde şeker hastalığına bağ­lı olarak da meydana gelebilir (diyabet ka­taraktı) Mereek bazen sadece ortasında yoğunluk gösterir ki buna nukleus kata­raktı denir Merkezde başlayan yoğunluk zamanla butun merceğin donuklaşması ile sonuçlandığında total katarakt denilen du­rum meydana gelir.

Hekimlerin bu konudaki genel düşüncesi en iyi yolun ameliyat olduğudur Böyle bir ameliyat yuz hastanın doksan yedisinde net goruntu sağlar Nısbeten kolay olan ameliyatta alınan bulanıklaşmış goz mer­ceği yerine, hastaya yakınsak mercekli özel gözlükler verilir.

Katarakt Niçin Oluşur?

* Katarakt daha çok yaşa bağlı oluşur.
* Katarakt yeni doğan çocuklarda, çeşitli metabolizma hastalıklarıyla birlikte görülebilir.
* Göze gelen darbeler neticesinde oluşabilir.
* Diyabet hastalarında meydana gelebilir.
* Göz içi iltihapları akabinde oluşabilir.
* Uzun süreli kortizon kullanımı sonrasında meydana gelebilir.

Genellikle ihtiyarlamanın etkisiyle katarakt gelişir. Yaşlanan kişilerde kırışıklıklar ve saçtaki aklaşmalar gibi kataraktla da karşılaşılır. Bunun haricindeki sebepleriyse travmalardan sonra, aşırı X ışını veya güneş ışığına maruz kalınması, sigara içilmesi, genetik etkenler, gözdeki yaralar, doğuştan gelen hastalıklardır.

Kırkayağın Kaç Ayağı Vardır?


Kırk değil. Yüzde değil. Kırk ayak kelimesi, latince ”yüz ayak” anlamına gelen centipeda kelimesinden gelmektedir. Kırk ayaklar yüz yılı aşkın bir süredir kapsamlı bir şekilde incelenmesine rağmen tam olarak yüz ayağa sahip bir örneğe rastlanmamıştır. Bazılarının daha fazla, bazılarının daha az ayağı vardır. Yüze en yakın ayak sayısının sahip olanı 1999′da keşfedilmiştir. Bu kırkayağın 96 ayağı vardır ve diğer kıra ayaklardan, ayak çifti çift sayı olan tek tür olmasıyla ayrılıyordu: Yani 48 çift ayağı vardır.
Diğer bütün kırkayaklar tek sayılı ayak çiftlerine sahiptir; Bunların ayak sayıları 15 çiftle 191 çift arasında değişir.

Körler İçin Yetişkin Sitesi

İnternette gezerken ilgimi çeken ama bi okadarda beni şaşırtan bir olayı siznle paylaşmak istedim haber vatan gazetesinde yayınlanmış,haber aynen şuşekilde körler için adult sitesi detaylar ise şu şekilde internet üzerinde bulunan 420 milyon (buneya) porno sitesine bir yenisi daha eklendi, ancak bu site diğerlerinden farklı,görsel bir site değil,tamamen görme özürlüler için tasarlanmış bir siteymiş sitenin adresi için  pornfortheblind.org sitede porno filmlerin anlatımı bulunuyormuş. Gönüllüler tarafından görme özürlülere yardım amaçlı kurulan siteye isteyen izlediği bir filmi anlatıyormuş,görme engellikişide kaydı dinleyerek olaylara vakıf oluyormuş,inanın ben çok şaşırdım bakalım siz ne düşünü yorsunuz bu konuda yorumlarınızı beklerim.

Suyun Altında Nefes Rekoru

BAHREYN’DE  geçtiğmiz pazar günü düzenlenen Formula 1 Grand Prix, bir rekor denemesine sahne oldu.”Suyun altında en uzun süre nefesini tıutma” dalında dünya rekoru kırmak isteyen Macar illüzyonist David Merlini, içinde 1000 litre su bulunan şeffaf bir akvaryuma girdi. 21 dakika 12 saniye boyunca nefessiz kalan Merlini, kendi rekorunu kırmayı başardı.

Formda Kalmanın Şifresi


Formda kalmanın şifresini çözdüler
"Bugün Kaç Kalori Harcadınız?" adlı TÜBİTAK projesi birincilik kazandı.

ANKARA (AA) - Ayrancı Anadolu Lisesi öğrencilerinin bölge birinciliği kazandığı "Bugün Kaç Kalori Harcadınız?" adlı TÜBİTAK projesi, bir çip ve yazılım sayesinde kişinin gün boyu tüm hareketlerinde harcadığı enerjiyi kişiye özel hesaplayabiliyor.

Bilgisayar yazılımı, bele takılan küçük bir ivmeölçerin gün içinde kaydettiği fiziksel aktivitelerin kalori hesabına çevrilmesine imkan tanıyor. Böylece kişinin aldığı besinler ile hareketlerinin oranı otomatik olarak hesaplanabiliyor.

Ayrancı Anadolu Lisesi 11. sınıf öğrencileri Işıl Puralı ve Destina Büyükgenç'in fizik öğretmeni Soner Cengizoğlu'nun danışmanlığında geliştirdiği "Bugün Kaç Kalori Harcadınız?" isimli projeleri 43. TÜBİTAK Ortaöğretim Öğrencileri Arası Proje Yarışması'nda uygulamalı fizik alanında Ankara bölge birincisi seçilerek, finalde yarışmaya hak kazandı.
Projeyi geliştiren öğrencilerden Puralı, şişmanlıkla mücadelede temel unsurun kişinin günlük enerji ihtiyacı ile kalori alımı arasında dengenin kurulması olduğuna işaret etti.

Bütün gıdaların porsiyon veya gram başına ne kadar enerji içerdiklerinin ayrıntılı olarak hesaplamanın mümkün olduğunu dile getiren Puralı, "Ancak bireylerin günlük hayatlarında ne kadar enerji sarf ettiklerini nicel olarak ölçmek kolay değil, hatta sıradan bir insanın günlük hayatı için imkansızdır" dedi.

"Bir insan günde ne kadar enerji harcar?" sorusunu bilimsel metotlarla tam olarak yanıtlamak için çalışmalara başladıklarını anlatan Puralı, çalışmalarında ODTÜ'de çipler üzerine çalışmaların yürütüldüğü Mikroelektromekanik Sistemler Merkezi'nden de destek aldıklarını söyledi.

İçinde çip barındıran bir ivmeölçer yardımıyla kişinin gün boyu tüm hareketlerinde harcadığı enerji kişiye özel hesaplayabildiklerini belirten Puralı, "Projemizde iki farklı algoritma geliştirdik. Bir algoritmamız yürüme ve koşma, diğer algoritma da ayakta durma ve yatma konumlarını ayırt edebiliyor. Böylece kişinin saniye cinsinden ne zaman hangi işi yaptığını kaydedebiliyoruz" dedi.

-"Sporculara özel versiyonlar da çıkarılabilir"-

Bu sistemi kullanarak bir kişinin günlük ne kadar enerji harcadığını otomatik olarak hesaplayabileceklerini belirten Puralı, şöyle devam etti:

"Kolay taşınır, küçük boyutlu, üç eksenli bir ivmeölçer kullanarak, deneklerin fiziksel aktivitelerini kaydettik. Bu kayıtlardan geliştirdiğimiz bazı algoritmaları kullanarak; deneğin yatma, oturma, yürüme, koşma, merdiven çıkma, merdiven inme aktivitelerine ait süreleri belirleyip, enerji sarfını kesintisiz, güvenilir ve kişiye özel biçimde hesaplayabilen bir yöntem geliştirdik.

Kişinin her aktivitesinden elde ettiği skorlar, kilo, yaş ve cinsiyete göre belirlenen bir fonksiyonla işlendikten sonra enerji harcaması sayısal olarak belirlenebiliyor. Diyetisyenler bu verileri kullanarak günlük enerji harcamasını dikkate alarak kişiye özel programlar çıkarabilecekler.

Projenin danışmanı Soner Cengizoğlu da çip barındıran ivmeölçer cihazının vücuttaki en sabit bölge olan bel kısmına bağlandığında kişinin günlük yaşamındaki tüm hareketlerinin yazılım vasıtasıyla bilgisayara aktarılabildiğini anlattı. Cengizoğlu, bu kayıtların her birinin belli katsayı ile çarpılarak günlük enerji tüketiminin kişiye özel hesaplanabildiğini belirtti.

Cengizoğlu, projedeki ana amacın ölçüm ve analiz işlemlerini kesintisiz yapan bir cihaz geliştirmek olduğunu sözlerine ekledi.

Kuranda Adı Geçen Besinlerin Faydaları

Kur’an’da adı geçen acur, ayva, bal, et, incir, zeytin, kabak, üzüm, süt, tere gibi gıdalar hangi hastalıkların tedavisinde kullanılıyor? İ...